OPERA OYUNCULUĞU VE PSİKOLOJİK DİNAMİKLERİN ŞAN EĞİTİMİNE / PERFORMANSINA ETKİLERİ
Opera sanatı müzik icra etme ve şarkı söyleme kabiliyetlerinin yanı sıra büyük ölçüde bir oyunculuk yeteneği gerektirir. Kendi hayatımızda var olan duygusal durumları rolümüzden tamamen soyutlamak kendimizden tamamen bağımsız, içi boş bir karakter yaratmamıza neden olur. Karakter yaratmanın en önemli ölçütü iyi bir gözlemci olmaktır. Önemli olan olaylara verdiğimiz tepkileri doğru gözlemleyip (iç gözlem) sahnede benzer durumla karşılaştığımızda o tepkiyi yerinde ve doğru kullanabilme ustalığını kazanmaktır. Sahne üzerindeki diğer rollerle olan diyaloglarda rolden çıkmamak, etki-tepki kuralına sadık kalmak oyun içerisindeki yapmacıklığı ya da aşırılığı önler. Diğer rollerle rahat bir iletişim halinde olmak içinse günlük hayatta çevremizdeki insanların olaylara nasıl tepkiler verdiğini gözlemleyebiliriz ki bu durumu çok farklı karakterlere büründüğümüzde sahne üzerinde besleneceğimiz bir kaynak olarak da kullanabiliriz (dış gözlem). Başka bir örnekle açıklayacak olursak; 15 yaşında mutlu ve enerjik bir karakteri canlandıran bir kadın oyuncu 15 yaşında olmayı şu an deneyimleyemeyeceğine göre ya o yaşlardaki tepkilerini hatırlayacaktır (iç gözlem) -ki bu durum oyuncunun 15 yaşının üzerinden yıllar geçmişse oldukça zorlayıcı olacaktır- ya da çevresinde bu yaşlarda olan bir kişiyi gözlemleyerek (dış gözlem) rolü için gerekli donanımı elde edecektir. Tabi bu gözlemleme eyleminde aşırıya kaçıp hayat içerisinde sadece bir gözlemci olarak bulunmaktan söz etmiyorum; bu durum oyuncuların en sık yaşadığı mesleki deformasyondur. Günlük hayatta yaşadıklarımızı sadece repertuvarımıza eklenecek durumlar olarak görmek yüzeysel bir kişilik geliştirmemize neden olacaktır. Hissederek gözlemlemek, verdiğimiz tepkinin ayırdında olmak ve verilen tepkileri gözlemlemek için dışarıdan bir izleyici olmak yetersiz kalacaktır. Bu daha çok bir meditasyon halinde olmak, an’da kalmakla alakalıdır; zihine düşünceler gelir fakat gözlemleme yeteneğiniz ölçüsünde düşüncelerin zihninize yerleşmesine izin verecek olan yine sizsinizdir.
Günlük hayatta tepkilerinizi ne kadar dışarı yansıtan birisiniz? Bu tepkileri jestlerinizi, mimiklerinizi ya da sadece gözlerinizi kullanarak mı ifade ediyorsunuz? Günümüzde çok çeşitli makyaj ve ışık teknikleriyle oyuncunun gözleri, mimikleri ön plana çıkarılıyor. Böylelikle oyuncunun yüzündeki, özellikle de gözlerindeki ifadeyi en arkada oturan seyirciye kadar yansıtabilmek hedefleniyor. Sahne üzerinde abartılı jest ve mimikler çağımızda artık demode olarak kabul ediliyor. Burada iç aksiyon ve dış aksiyon kavramları karşımıza çıkıyor: iç aksiyon, durumla ilgili içeride ne olup bittiğiyle, ne hissettiğimizle alakalıdır. Dış aksiyon ise durumla ilgili ortaya koyduğumuz fiziksel tepkilerdir.
Sahne üzerinde iç aksiyondan hareketle tepkiyi dış aksiyona dönüştüren oyuncular olduğu gibi önce dış aksiyon kullanıp buradan hareketle iç aksiyonu besleyen oyuncular da vardır. Burada tek bir doğru sıralama yoktur, her iki sıralama da kabul edilebilir. Önemli olan, sahnede her ikisini de kullanmaktır. Özellikle iç aksiyon, doğal bir oyunculuğun en önemli koşuludur. İyi bir gözlem yeteneği olan ve bu yeteneğini iç aksiyona doğru yönlendiren oyuncunun başarılı olmama ihtimali yok denecek kadar azdır. Öte yandan, inandırıcı olmayı fazlasıyla takıntılı hale getiren, Stanislavski metotundan yola çıkarak oluşturulan; Stella Adler, Lee Strasberg ve Sanford Meisner’in oluşturduğu Metot Oyunculuğu ekolü birçok farklı yan etkiyi de beraberinde getirmiştir. Tamamen inandırıcılık üzerine kurulu bu ekolde oyuncu, oluşturduğu karakterin tamamen kendisi olmayı ve o anı yaşamayı/yaşatmayı hedefler, kendi karakterinden tamamen soyutlanır ve o role dönüşür. Bunun en çarpıcı örneği, Paris’te Son Tango filminde meşhur tereyağı sahnesinde film yönetmeni Bernardo Bertolucci ve metot oyuncusu başrol Marlon Brando’nun tecavüz sahnesinde kadın oyuncu Maria Schneider’e bu sahneyle alakalı hiçbir bilgi vermemesi ve sahnede Brando’nun Schneider’e gerçekten tecavüz etmesidir. Schneider yıllar sonraki röportajlarında bu durumun kişisel hayatını ve sinema kariyerini nasıl etkilediğini anlatacaktır. Bernardo Bertolucci – Paris’te Son Tango’nun ‘tereyağı sahnesinde’ neler yaşandı?
Daniel Day-Lewis’in Metot Oyunculuğu tekniğini çok ciddiye alması, rolüne hazırlanmasının ve rolden çıkmasının uzun sürmesine neden olmuştur. Bu nedenle kariyerindeki uzun yıllara rağmen çok fazla filmde rol almamıştır. İlk Oscar’ını kazandığı My Left Foot: The Story of Christy Brown adlı filmde oyuncu role girmek için uzun bir süre tekerlekli sandalyeyle dolaşmış hatta çekim aralarında dahi set çalışanları tarafından taşınmıştır. Heath Ledger, Christian Bale, Rooney Mara, Adrien Brody, Dustin Hoffman, Ed Harris gibi oyuncular da Metot Oyunculuğu için rolleri ile gerçek hayatları arasındaki sınırı hükümsüz kılmaya çalışan/yok sayan oyunculardır. Fakat bu teknikle ne kadar başarılı oldukları da su götürmez bir gerçektir.
Opera sanatını icra ederken postür, en önemli unsurlardan biridir. İYİ BİR ŞAN PERFORMANSI İÇİN POSTÜRÜN ÖNEMİ Bir operacı için sahne üzerinde beden kullanımının rahat olması tiyatroculara oranla çok daha zordur çünkü operacı aynı anda şan tekniği, nefes, kondisyon, postür, ensemble (eşlik), mizansen, replik düşünecek ve bunu -çoğunlukla- bilmediği yabancı bir dilde yaparken role girmeye çalışacaktır. Öte yandan şarkı söylerken kelimeleri artiküle etmek özellikle tiz notalarda oldukça zorlayıcıdır. Tüm bu yönleriyle opera sanatı icra edilmesi çok zor bir sanattır.
Çeşitli duygu geçişleri yaşadığımızda duygularımız jest-mimiklerimize ve sesimize yansır; öfkelendiğimizde sesimiz yükselir, ağlamaklı olduğumuzda boğazımız düğümlenir ve konuşmakta zorlanırız, mutlu olduğumuzda sesimiz tizleşir (incelir), yorgun ya da mutsuz olduğumuzda sesimiz pesleşir (kalınlaşır), kendimizi baskı altında hissettiğimizde sesimizin volümü düşer… Buradan kuvvetle sesin duyguları ifade etmede çok güçlü bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. İnsan hayatının çeşitli duygu-durumlara ev sahipliği yapması sebebiyle günlük hayatta farklı psikolojik dinamiklerle başa çıkmak durumda kalırız. Bir Opera Sanatçısı ortalama 2,5 saatlik bir Opera eserinde çok farklı ruh hallerine bürünmek durumunda kalır. Oyunun başında çok mutlu olan bir karakter oyunun sonunda bir trajediye maruz kalabilir ki özellikle 19. yüzyılda üretken olan Bellini, Verdi, Puccini, Donizetti, Strauss gibi bir kısmı Bel Canto janrında önemli eserler vermiş önemli bestecilerin eserlerinde bu gibi durumlarla çok sık karşılaşılır. Literatürde “Mad Scenes” olarak yer alan “delirme sahneleri” özellikle Donizetti operalarında olay örgülerinin en kritik dönüm noktaları ya da sonuçlarıdır: Donize1477a8tti – Lucia di Lammermoor: Mad Scene (Natalie Dessay)
Birçok değişkenin ses tonumuzu ve beden kullanımımızı etkilediğini düşününce sahne üzerinde karakterin duygusuna yoğunlaşmak günlük hayatın iniş-çıkışları içerisinde çok zor bir hal alabiliyor. Depresif bir dönemde olduğunuzda mutlu bir karakteri canlandırmak işin başlarındayken yalnızca insan üstü bir çaba sonucunda ortaya çıkabiliyor. Fakat bu konuda profesyonel hale geldikçe karaktere dönüşmek daha kolay bir hal alır hatta karakterin etkisiyle depresyondan daha kısa sürede çıkabilir ya da bu depresif ruh halini daha hafif bir seyirde atlatabilirsiniz. Oyunculuğun iyileştirici gücü burada ortaya çıkmaktadır. Fakat bunun tam tersi de mümkündür; her şeyin yolunda gittiği bir dönemde depresif bir karakteri canlandırmak hayatınızla ilgili bazı değerleri aşırı sorgulayıp depresyona sürüklenmenize neden olabilir. Bu noktada rolden ne zaman çıkacağınızı iyi belirlemek gerekir. Örneğin Metot Oyuncuları karakterlerini o kadar hayatlarının merkezi haline getirirler ki rolden çıkmaları çok uzun sürer. Rol yaptığının farkında olmak/karakterin kendisine dönüşmek meselesi oyunculukta en çok tartışılan meselelerden biridir. Rol yaptığının farkında olarak da inandırıcı olabilmek mümkündür. Her icra ettiğimiz rolün kendisine dönüşmek çok yorucu bir deneyim olacaktır. Metot Oyuncuları bu konuyla ilgili çok yoğun psikolojik destek aldıklarını kendileri de itiraf etmişlerdir.
İyi bir şan performansı, iyi bir teknik ve psikolojik dinamiklerle ne kadar başa çıkabildiğimizle doğru orantılıdır. İşin teknik kısmı performansımıza %30-40 etki ederken psikolojik boyutunun başarımıza etki etme oranı %60-70 arasıdır (hatta bazen daha fazladır). Tüm bu nedenlerden dolayı, ne kadar iyi bir şan tekniğine sahip olursanız olun, iyi bir oyuncu değilseniz opera sahnesinde rahat olamaz dolayısıyla tekniğinizi doğru kullanamazsınız. Doğru şarkı söylemenin ön koşulu doğru beden kullanımıdır. Bunu sağlayacak olan özgüven ise oyunculuk temelli olursa sahnede sadece dinlenilen değil hem dinlenilen hem izlenilen bir operacı haline gelirsiniz.
Herkese keyifli bir müzik yolculuğu dilerim…
ASLI DERİN DENİZ
#solfejdersi #piyanoeğitmeni #pianodersi #şaneğitimi #opera #solfejeğitimi #yeteneksinavi #piyanodersleri #Pianodersleri #kulakdersi #şandersleri #şanhocası #konservatuvarahazirlik #psikoloji #pianoegitimi #şandersi #piyanoeğitimi #vokalkocu #piyanohocası #konservatuvarahazırlık #piyanodersi #konservatuarahazirlik #konservatuarahazırlık #solfejdersleri #Pianoeğitmeni #seseğitmeni #şaneğitmeni #kulakhocası #kulakeğitimi #kulakeğitmeni #kulakdersleri #yeteneksınavı #solfejeğitmeni #pianohocası #seseğitimi