top of page
Yazarın fotoğrafıAslı Derin

MÜZİK DÖNEMLERİ (RÖNESANS, BAROK, KLASİK, ROMANTİK, MODERN) VE TÜRK BEŞLERİ

Güncelleme tarihi: 10 Eki 2022

MÜZİK DÖNEMLERİ (RÖNESANS, BAROK, KLASİK, ROMANTİK, MODERN) VE TÜRK BEŞLERİ

Klasik Batı Müziği, kökeni Antik Yunan müzik kültürüne dayandırılan, daha sonra Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüyle başlayan Orta Çağ ve Gotik dönemde çok sesliliğin gelişimiyle beraber daha da biçimlenmiş, kilise ve saray baskısı altında Rönesans’ın erken yüzyılında vokal polifoni çerçevesi içinde gelişmiş, Yüksek Rönesans ile beraber çalgı müziğinin de yükselişiyle içeriği bugünün klasik müzik olarak adlandırılan biçimleri ve teknikleriyle gelişimini sürdürmüş bir kurumsal müziğin, kilise baskısına direnen halk müziğinin dans ve şarkı biçimleriyle karşılıklı etkileşimi sonucu gelişimini sürmüş olan, uluslararası olarak kabul görmüş müzik türüdür. En önemli özelliği çok sesli ya da çok ezgili (polifonik) ve çok ritmli (poliritmik) olmasıdır.

RÖNESANS DÖNEMİ (1450-1600)

Yeniden doğuş (Fr. Re-niassance) anlamına gelen Rönesans, Ortaçağ döneminin çözülüp Aydınlanma Çağını oluşturacak düşüncelerin belirmeye başladığı yaklaşık 200 yıla yakın bir süreci kapsar. Kilisenin bağnaz baskısından kurtulmaya çalışan insan, bu dünyanın yalnız ölümden sonrası için hazırlık aşaması olmadığını, bugünün yaşanması gerektiği düşüncesini yaymaya başlarlar. Dolayısıyla sanatçılar da eserlerini bu düşüncenin etkisiyle üretmeye ve geliştirmeye de başlarlar. Rönesans ile başlayan yaşam sevinci ile oluşan danslar ve bu danslarda da çalgılar artar. Çalgılar yalnız eşlik etmekle kalmaz, vokal müzikten bağımsız bir çalgı müziği gelişecektir. Bu dönemde İtalyan besteciler müzikte egemenliği ele almışlardır.

Rönesans döneminde Kilise’nin sanat üzerindeki etkisi zayıflamıştır, besteciler ve müzisyenler yeni sanatsal fikirlere hazırdır. Özellikle Flaman besteciler ve müzisyenler, İtalyan saraylarında eğitim vermek ve icra etmek için görevler almışlardır. Matbaanın icadı ile metotlar ve şarkı kitaplarının basımı yaygınlaşmış ayrıca burjuva sınıfının yükselişiyle birlikte, hem eğitsel hem de amatörler için eğlence olarak müziğe olan talep artmıştır.

Rönesans Dönemi Müziğinin Genel Özellikleri;

• Vokal polifonik stil doruğa erişir, besteciler öylesine ustalaşmıştır ki kilise müzik ile ilgili kurallardan ödün vermek zorunda kalır. • Din dışı müzik önem kazanır. 1550’lerden itibaren bağımsız bir çalgı stili kendini göstermektedir. • Önceleri aynı aileden çalgı gruplarıyla yapılan müzik daha karma gruplarla yapılmaya başlamıştır. • Matbaanın gelişmesi ile birlikte ilk çalgı metotları yazılmaya ve yayımlanmaya başlamıştır.

Müzik bu dönemde giderek Orta çağdaki kısıtlamalardan kurtulmuş, ritmde, armonide, biçimde daha fazla çeşitliliğe izin verilmiştir. Rönesans’ta müzik kişisel bir ifade için bir araç haline gelmiştir. Besteciler, vokal müziği oluşturdukları metinleri daha iyi ifade etmenin yollarını bulmuşlardır. Din dışı müzikte, dinsel müziğin yazım tekniklerinden faydalanılmış, dinsel müzikte ise çalgılara ve halk müziğinin ritmik unsurlarına yer verilmeye başlanmıştır. Şarkı (Chanson) ve madrigalgibi popüler formlar tüm Avrupa’ya yayılmış, saraylar, hem şarkıcıları hem de çalgılarında virtüöz sanatçıları bünyesinde görevlendirmiş, işveren kurumlar olmuştur. Rönesans döneminde birçok tanıdık modern çalgının (lute, viyol ailesi, keman ailesi, mandolin, gitar, nefesli çalgılar ve klavyeli çalgılar dahil) öncül versiyonları yeni biçimlere dönüşmüş ve yeni müzikal fikirlerin gelişimine cevap verecek şekilde geliştirilmiştir. Bestecilere ve müzisyenlere yeni müzikler yaratabilmeleri için daha iyi olanaklar sunulmuştur. Dönemin ünlü bestecileri Guillaume Dufay, Johannes Ockeghem, Giovanni Pierluigi da Palestrina ve “Katil Gesualdo“ olarak bilinen Carlo Gesualdo’dur.

BAROK DÖNEM (1600-1750)

Portekizcede kıvrımlı, düz olmayan inci anlamına gelen Barok sözcüğü, 1700’lü yılların ortalarında Fransız yazar Noël-Antoine Pluche tarafından müzik yapıtlarını sınıflandırması için kullanılmıştı. Pluche 1746 yılında yayımlanan Spectacle de la Naturale (Doğanın Gösterisi) adlı yapıtında, müzikleri artık ülkelerine göre sınıflamak yerine musique chantante (şarkılı müzik) ve musique baroque olarak ikiye ayırmak gerektiğini belirtiyordu. Burada barok sözcüğünü kaba, biçimsiz anlamında kullanmıştı. Ayrıca iki müzisyenin çalışını karşılaştırırken, fazla ağdalı ve geçmiş dönemin zevklerine uygun bulduğu yorum için ‘Yeryüzündeki pırlantalar yerine, denizin dibindeki eğri incileri (barok) zorla sökmeye uğraşıyor’ ifadesine yer vermişti. Değerlendirmenin özünde bir küçümseme ve fazla ağdalı bulma vardı.

Müzikte çok önemli bir çağın tanımında kullanılan bu küçümseyici sıfatlar, Barok’un genel anlamından bizi uzaklaştırır. Barok, en kısa tanımıyla saray sanatıdır. Beğeni düzeyi de doğal olarak soylular sınıfının (aristokrasinin) süslemeye yakınlık duyan incelikli anlayışını yansıtır. Barok sözcüğü bugün anlaşıldığı anlamda, müzik tarihinde bir dönemi adlandırmak için ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır.

Barok müziğin en önemli kurallarından biri vokal ve çalgısal güçlerin birleştiği ve karşı karşıya geldiği concertato stilidir. Bu stilin kaynağı, Andrea Gabreli ve Giovanni Gabreli’nin polikoral motetleri ve Lodovico Grossi da Viadana (c. 1560-1627) gibi 17. yüzyıl başlarında yaşamış bestecilerin sürekli bas tekniğini geliştirmelerine dayanır.

Sürekli bas (Basso Continuo) barok dönemde ortaya çıkmış olan, genellikle bir klavyeli ve telli çalgı ile müziğin bas çizgisinde -ince ses aralığındaki ezgiye karşı- çalınan bir eşlik etme tarzıdır. Genellikle bir viyolonsel ya da fagot bas partisini çalarken bir klavsen, lut, ve bazen bir orgun bu bas partisi üzerine kısmen doğaçtan armonizasyon yaptığı, müzikteki armoni boşluklarını doldurarak zenginleştirdiği bir müzik yapma yöntemdir.

Ortaya çıkışı, Rönesans çok sesliliğinin dokusal homojenliğine karşı ince sesin üstünlüğünü ilan eden devrimin (c. 1600) akla yatkın bir gelişmesi olarak açıklanabilir. Çok sesli müziğin armonik temeli şimdi tam anlamıyla bir çalgıcının iki eli arasındadır. Hem dinsel hem de dünyasal müziğin yan etkileri Agostino Agazzari’yi (1578-1640), 1607 gibi erken bir tarihte bir kılavuz kitap yayınlamaya yönlendirdi; Del Sonare sopra’l basso con tutti l’stromenti (Tüm Çalgılarla Birlikte Bas Partisi Çalma Üzerine).

Barok müzik dönem Johann Sebastian Bach, Antonio Vivaldi, Jean-Baptiste Lully, Arcangelo Corelli, Claudio Monteverdi, Jean-Philippe Rameau, Henry Purcell, George Frideric Haendel, Georg Philipp Telemann gibi bestecilerin eserlerini kapsamaktadır. Barok stilin Rönesans stilinden farkı, daha süslü bir anlatıma sahip olmasıdır. Dönemin en ünlü çalgısı klavsendir. Klavsen neredeyse her müzik çeşidinde kullanılıyordu (çoğu zaman eşlik etmek amacıyla da olsa bkz. sürekli bass).. Dönemde vokal müziğin yanı sıra çalgısal müzik de gelişmiştir; sonat, konçerto grosso, solo konçerto ve süit bu dönemin yaygın çalgısal müzik türleridir.

Barok müzik dönemi müzikteki başlıca büyük yeniliği ‘fonksiyonel tonalite’nin (Majör ve minör kavramı) geliştirilmesindedir. Bu dönemdeki besteciler ve çalgıcılar çok daha ayrıntılı ve incelikli ezgisel ve ritimsel süsler uygulamaya başlamışlar; müzikal notasyon şeklini değişmiş ve çalgıları yeni teknikler kullanarak çalmaya başlamışlardır. Barok müziği döneminde çalgılarla müzik icra edilmesinin ebadı, kapsam genişliği ve karmaşıklığı artmıştır. Barok müzik dönemi opera görsel sanatının kurulup, geliştirilip ve yaygınlaştırılması dönemidir. Bugün kullanılan müzik terimleri ve kavramlarının çoğunluğu İtalya’da, barok müzik dönemde ortaya çıkmış ve hala yaygın olarak kullanılmaktadır.

KLASİK DÖNEM (1750–1820)

Klasik stilin Barok stilden farkı, Klasik stildeki eserlerin Barok stildeki eserlerden daha sade olmasıdır. Barok dönemin kapanmasına yol açan etkenlerden biri de bugün hâlâ kullandığımız piyanonun son biçimini aldığı dönem olmasıdır. Klasik dönemde her orkestrada klavyeli çalgı bulundurma zorunluluğu kalkmış, piyano orkestraya katıldığı zaman da mutlaka solist görevi görür olmuştur. Dönemi seçkinleştiren bir başka şeyse senfoninin yaygınlaşmasıdır. Dönemin ünlü bestecileri Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart, Christoph Willibald Gluck ve Muzio Clementi’dir.

Klasik Dönem, müziğin halk ile buluştuğu, yeniden form kazandığı, bugün dahi kullanılan kalıpların temellerinin atıldığı, birçok akımın etki ettiği, Barok Dönem’in bitişi olarak kabul edilen bir dönem olarak karşımıza çıkar. Araştırmacılar ve tarihçilerin incelediği üzere, Klasik Dönem’in başlangıcı Bach’ın ölüm tarihi (1750), bitimi ise Beethoven’ın ölümünün üç sene sonrası(1830) olarak kabul edilmektedir. Her dönemin bir hazırlık aşaması olduğu gibi Klasik Dönem de kendi formuna ulaşmadan önce birçok akımdan etkilenmiştir.

Bu akımlardan ilki olan ‘Rokoko’, Paris’te başlayan gözde bir akımdır. Bu akımın çıkma sebebi barok müziğin süslü ve karmaşık yapısına bir tepkidir. Sade, zarif ve cilalı sıfatları ile karşılık bulan Rokoko stili bu dönemde ön plana çıkmıştır. François Couperin ve Jean- Philippe Rameau bu akımın öncü isimlerindendir. J.S.Bach’ın oda müziklerinde Rokoko stilini kullanarak klasik çağı hazırladığı söylenmektedir. W.A.Mozart’ın ilk gençlik senfonilerinde de Rokoko stili görülmektedir.

Rokoko’nun ardından, Almanların edebiyat dünyalarında başlayan, adını Klinger’in romanından alan ‘Fırtına ve Gerilim’ akımı doğmuştur. 1770’li yıllarda sezgi ve duygu her şeyin temeli olarak görülmektedir. Bu akım, Almanların derin duyarlılık göstergesi olarak simgelenir. Fransızların yapay süslemelerle işlenen Rokoko’suna Almanların biçemi olan Fırtına ve Gerilim bir başkaldırıdır. Zıtlıklardan beslenir, aynı zamanda duygulardan beslenmesi ile ön romantizm olarak da kabul edilir. Bu dönemde gözde çalgı ‘klavikord’dur. Haydn’ın 35, 38, 39 ve 59 numaralı senfonileri, Carl Philippe Emanuel Bach, Johann Stamitz ve Christian Cannabich’ın yapıtları dönemin tipik örnekleri olarak kabul edilmektedir.

Bir diğer etki; ‘Mannheim Okulu’ olmuştur. Bohemyalı besteci ve kemancı Johann Stamitz, Almanya’nın güneybatısında Mannheim Orkestrası’nı kurmuştur. Stamitz, 40 yaşında vefat eder ancak ardında bıraktığı orkestra, dönemin tüm bestecilerini etkilemiş ve senfoni biçimini yeni çağa sunacak bir orkestra geleneği bırakmıştır. İlk defa üflemeli ve yaylı çalgıların bir arada kullanıldığı bu dönemde, bu çalgılardan doğan güçlü ses izleyicileri hayran bırakır.

Son etki olan ‘Aydınlanma’ en önemli akımdır. 18.yüzyılda gerçekleşen bu akım kilisenin yapaylığına karşı oluşan bir ayaklanmadır. Dinde doğallık önemli hale gelmiştir. Dünyasal, deneysel, özgürlükçü, eşitlikçi, pratik ve ilerici bir akım olan Aydınlanma, dünya geneline etki etmiş ve toplumsal etkisini Fransız İhtilali ile göstermiştir. İhtilal sonucunda ortaya çıkan bilimsel buluşlar, orta sınıfın doğması, sanayi devriminin yaşanması gibi toplum geneline etki eden durumlardan sanat da etkilenmiştir. Yine bu dönemde İlk kez, soyluların sarayının dışında büyük alanlarda konserler düzenlenerek halka yaklaşılmıştır. Amatör müzisyenlere yer verilerek, müzik yalınlaştırılmıştır. Nota herkesin anlayabileceği bir kolaylığa dönüşmüştür. Bu dönemde müzik herhangi bir kalıbın içine alınmayarak kendi akışında yaşayan bir sanat olarak tanımlanmıştır.

Klasik dönem, Bach ve Mozart’ı hazırlamış, piyano keşfedilmiş ve Bach ile tanıtılmıştır. Piyanonun keşfi üzerine konçertolar yazılmış aynı zamanda opera geniş kitlelere ulaşmayı hedeflemiştir. Bu hedefe ulaşmada Mozart ve Gluck’un eserleri önemli ve yeni bir boyut kazandırır. Ayrıca üflemeli çalgılar da Klasik dönemin sonunda önemli bir yer edinmiştir.

Klasik dönem, Bach ve Mozart’ın çağı olarak tanımlanır. Büyüyen orta sınıfın yalın danslarına, kısa ezgiler ve akılda kalan müzik eşlik etmektedir. Klasik dönem öz ve biçim arasında kurulan dengedir.

ROMANTİK DÖNEM (1820–1900)

Müziğin kilise ve saray egemenliği altından çıkıp halka yayıldığı, kalıpların ve düzenin yıkılıp yerine daha özgür olan romantizmin geldiği dönemdir. Kendi içinde 3 döneme ayrılır:

-Erken Romantik Dönem: Romantik anlatımın Klasik dönem içinde doğduğu, ilk dönemidir. Bu anlatımın öncüsü Ludwig van Beethoven olarak kabul edilir. Bu dönemin diğer ünlü bestecileri de Franz Schubert, Carl Maria von Weber ve Gioacchino Rossini’dir. .

-Orta Romantik Dönem: Romantizmin tüm Avrupa’da egemen olduğu dönemdir. İlk ışığı yakan da, programlı senfonisi Symphonie Fantastique ile Hector Berlioz olmuştur. Ardından Franz Liszt, Felix Mendelssohn Bartholdy, Niccolo Paganini, Robert Schumann, Frederic Chopin ve Johannes Brahms gelmiştir. Giuseppe Verdi ve Richard Wagner’in opera alanındaki çalışmalarıyla doruğa ulaşmıştır.

-Geç Romantik Dönem: Müziğin denetiminin “Almanya-İtalya-Fransa” üçgeninden çıktığı dönemdir. Ulusalcılık akımı ile birlikte Mikhail Glinka, Aleksandr Borodin, Modest Musorgski, Nikolay Rimski-Korsakov, Peter İlyiç Çaykovski gibi Rus; Bedrich Smetana, Antonin Dvorak gibi Çek; Edvard Grieg, Jean Sibelius, Erik Satie gibi İskandinav besteciler Klasik Batı Müziğine dahil olmuşlardır.

Tarihsel süreçte 19. yüzyılın başından 20. yüzyılın başlarına kadar yapılmış olan müzik Romantik Dönem’e denk gelmektedir. Günümüz müziklerine en yakın tarzdaki eserleri barındıran bir müzik dönemi olması sebebiyle bugün dinlediğimiz çoğu eser Romantik Döneme aittir.

Brahms, Wagner, Chopin, Liszt, Paganini gibi birçok sanatçı bu dönemde yaşamış ve büyük katkılar sağlamışlardır. Siyaset ve felsefeden en çok etki alan dönem olmakla beraber, bütün sanatları etkileyen sanat felsefesi kavramının ortaya çıkması bu süreç içerisinde yer alır.

1776 yılında Amerika’da yaşanan bağımsızlık hareketi, 1789 Fransız İhtilali dünya siyasetine damgasını vururken romantik sanatçı bu siyasi karışıklıklardan uzak durarak devam etmiştir. Beethoven, ‘9. Senfoni’si ile tüm insanlığı birleşmeye ve kardeşliğe çağırmıştır. Müzik, şiir ve resimde doğaya övgüler özel yer tutmaktadır, besteciler ise doğa seslerini ve özelliklerini romantik dönemin vazgeçilmez bir parçası haline getirmişlerdir. Ancak 1870’li yıllarda tepkisiz kalınmayacak kadar sertleşen siyasi fırtınalar romantik dönem sanatçılarını da etkilemiştir. 19.yüzyılın başlarında müzik formları kalkarak, konser ve festivaller için komiteler kurulmuştur.

Romantik dönem, klasik döneme birçok yenilik getirmiştir. Uzun ve açıklayıcı ezgiler, renklenen armoni, ritimdeki özgürlük ve esneklik bunların başında gelmektedir. Büyük senfonilerde majör tonlar yerine minör tonlar hakimdir. Belirli bir ton çizgisinde yol alan müzik parçanın sonuna geldiğinde yine temel tona ve biçime dönerken, romantik besteciler için böyle kalıplar söz konusu olmamıştır. Bu nedenle duyguların aktarıldığı kadar sözü uzatma yetkisine sahip olmuşlardır. Valse, Polonaise, Mazurka, Romance, Nocturne, Fantasia ve Ballade eklenen yeni formlar olmuştur. Romantik dönemin en önemli sanatçıları ise başlatıcısı Beethoven ve bitişi sayılan Wagner olmuştur.

Dönemin en önemli enstrümanı piyanodur. Franz Liszt ve Frederic Chopin en önemli iki isimdir. Liszt, sert bir teknikle yeteneklerini sergilerken, Chopin yumuşak bir çalış biçimine sahiptir. Genel form değişikliğine uğrayan ve kalıpların yıkıldığı dönemde enstrüman teknikleri de değişime uğramıştır. Modülasyon olarak isimlendirilen eser içinde ton değişimi ve yarım aralıkların kullanımı olan kromatizm gibi tarzlar kullanılmaya başlamıştır.

MODERN (ÇAĞDAŞ) DÖNEM (20. yüzyıl ve günümüz)

Modern dönem içerisinde Romantizmi sürdürenler (Richard Strauss, Gustav Mahler, Sergey Rachmaninoff, Edward Elgar) olduğu gibi müziğin genel kimliğini değiştiren asıl Modern besteciler (Claude Debussy, Maurice Ravel, Bela Bartok, Igor Stravinsky, Dimitri Shostakovich, Sergey Sergevich Prokofiev) kendilerine has bir stil geliştirmişlerdir. Alban Berg ve George Gershwin klasik müzikle cazı birleştiren besteciler arasında en ünlüsüdür. Edgard Varese elektronik müzik akımını başlatmıştır. Arnold Schönberg ve öğrencisi Anton Webern atonal müzik akımının yaratıcısı ve ilerleticisi olmuşlardır. Carl Orff, ilkel çağların müzikleri ve metinlerini yeniden canlandırıp modernize etmiştir. Ayrıca Türkiye’de çok sesli müziğin başlaması da bu döneme rastlar (Türk Beşleri: Cemal Reşit Rey, Ahmet Adnan Saygun,Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar) Günümüzde Krzysztof Penderecki, Arvo Paert, Peter Machajdik gibi besteciler de Modern Dönemi sürdürmektedirler.

Müzikteki dönemlerin son basamağı olan, 1900’lü yıllarda başlayan Çağdaş dönem diğer müzik dönemlerden sonra armoni ve ritim kalıplarını yıkmasıyla bir devrim niteliği taşır. 12 tonlu müzik sistemi (Serial Müzik) bu dönemde ortaya çıkmıştır. Soyut bir anlatıma sahiptir.

20. yüzyılla birlikte müzik de çağ atlamış, kalıplarla ifade edilen teknik, biçim ve öz; Çağdaş dönem ile kökten bir değişim geçirmiştir. Bazı müzik tarihçilerine göre 20.yy’da bestelenen müziğin tümü ‘Modernizm’ çerçevesinde ele alınmıştır ve bu yüzyılda bestecinin şansı, kendinden önceki yüzyılları bir başvuru kaynağı olarak kullanabilmesidir. Bu dönemde yapılan müzik, kalıplar içerisinde bulunan Alman- Avusturya Romantizmine bir başkaldırıyı temsil eder. Barber, Bartok, Debussy, Puccini, Rahmaninov ve Ravel gibi dönem bestecileri kuralları yıkarak farklı ve yeni tekniklerde başarılı olmuşlardır.

Dönem bestecileri birbirlerinden etkilenerek, bir akıma bağlı kalmadan gelişime ve yeniliğe açık olduklarını ifade etmişler, bu doğrultuda yorumladıkları işlerinde özgür, realist ve kendi kültür derinliklerinden ifadelere yer vererek müzikte bir çağ oluşturmuşlardır.

Çağdaş Dönem bestecileri bu değişimi sadece yeni besteler üreterek yapmakla kalmayıp, Barok, Klasik ve Romantik Dönemlere ait olan bestelerin bazılarını Çağdaş Döneme göre uyarlamışlardır.

Romantik döneme başkaldırı olarak hayatımıza giren Çağdaş Dönem, 1. Dünya Savaşı sonrasında içerisinde caz esintileri bulunduran eserlere de yer vermektedir. Stravinsky, “Ragtime” (1918), Copland, “Two Blues” (1926) bu eserlerin örnekleridir.

1945 ve 2.Dünya Savaşı sonrasında ise ‘Yeni Müzik’, ‘Modern Müzik’ gibi isimler alan Çağdaş Dönem daha sonraları, ‘Postmodern Müzik’ ismini de almıştır. Çok fazla tanım içeren Çağdaş dönem müziği için ilgilileri ‘deneyler çağı’ ismini vermiştir.

Müzikte Çağdaş Dönem, romantizme bir isyan olarak doğup; gelişim, değişim ve yenilikten kaçınmayarak günümüze kadar gelen bir uluslararası sanat müziği dönemi olmakla beraber bu dönem içerisinde gelişme gösteren akım ve teknikler olmuştur.

Kendisinden en çok gelişim ve değişim ile söz ettiren Çağdaş Dönem, kendi içindeki değişimlerle paralel giden bilimsel gelişmeleri de takip etmiştir. Pikap icadı ile dünyanın en kapalı kalmış bölgelerine müzik ulaştırılmış, radyo ile bir dinleyici kitlesi oluşturulmuştur. Sinemanın sesli hale gelmesi ise bestecilere yeni olanaklar açmıştır.

TÜRK BEŞLERİ

Türk Beşleri özellike Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde eserleriyle kendilerinden söz ettirmiş aşağıdaki beş Klasik Batı Müziği bestecisini bir arada tarif etmek için kullanılan uluslararası bir deyimdir. Türk müziği için çok önemlidirler. Bu besteciler:

-Ahmet Adnan Saygun -Cemal Reşit Rey -Ulvi Cemal Erkin -Hasan Ferit Alnar -Necil Kazım Akses

Hepsinin ortak özelliği 1900’lerin başında doğmuş olmalarıdır ve Atatürk’ün eğitim için yurtdışına gönderdiği sanatçılardır. Farklı ailelerde, farklı kültürlerde ve farklı ortamlarda yetiştirildiler. Doğdukları dönem Osmanlı’da padişahlık dönemiydi. cumhuriyetin ilanı ve tekkelerin kapatılmasıyla birlikte Türk müziği yapılmak istendi. Bu beş kişi devlet tarafından eğitim için yurt dışına gönderildi ve döndüklerinde Türk halk şarkılarını yeniden yorumladılar. Bu konuda bu uygulamayı daha önce yapan Rusya, Macaristan ve İspanya örnek alındı.

Cemal Reşit Rey

Cemal Reşit Rey’in babası yazar ve Osmanlı’da bir diplomattır. 1904 yılında görev nedeniyle Kudüs’te bulunmuşlardırDeğişik görevler nedeniyle 1913’te Paris’e gittiler. Cemal henüz 9 yaşındaydı ve çok iyi piyano çalıyordu. 1914’te savaş nedeniyle Cenevre’ye gittiler. Eğitimine konservatuvarda devam etti. Bestecilik ve orkestra şefliği dersleri de aldı. 1923’te İstanbul’a dönüp konservatuvarda hocalık yaptı ve Şehir Orkestrasını kurdu. Hayatında 3 dönem vardır: 1930’a kadar olan dönemde Fransa’da Fransız besteleri yaptı. 1950’lere kadar olan dönemde mistik müziğe yöneldi. Daha sonra doğu ve batı müziklerini birlikte işlemeye başladı. Kanto’lar batı’nın şarkılarıdır. Ekrem’le birlikte Türk kantoları bestelediler. En önemlisi ‘Lüküs Hayat’tır. Bir diğer önemli eseri ’Enstantaneler’dir. 81 yaşına kadar Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarında bestecilik dersleri verdi.

Cemal Reşit Rey çok küçük yaştayken piyano öğrenmeye başladı. İlk bestesini yaptığında yedi yaşın­daydı. Ertesi yıl ailesi Paris’e yerleşince, Galatasaray Lisesi’nde başladığı ortaöğreni­mini Buffon Lisesi’nde sürdürdü. Bu arada ünlü piyanist Marguerite Long’dan ders aldı. Ailesi Cenevre’ye taşındı; Cemal Reşit de hem Saint-Antoine Koleji’nde, hem de Cenevre Konservatuvarı’nda öğrenimini sürdürdü. Ai­le 192ü’de Paris’e dönünce müzik öğrenimini Paris Konservatuvarı’nda tamamladı. Ayrıca Gabriel Faure’den müzik estetiği, Henri Du­fosse’tan orkestra şefliği dersleri aldı. Ekim 1923’te Türkiye’ye döndü ve bugünkü İstan­bul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın çekirdeğini oluşturan Darülelhan’da piyano ve kompozisyon öğretmenliğine başladı. Okulun öğrencileri ile öğretmenlerinin yer aldığı bir yaylı çalgılar orkestrası kurdu ve yönetti. Cumhuriyet’in ilanının 10. yılı için Onuncu Yıl Marşı’nı besteledi. İki yıl Anka­ra’da kaldıktan sonra 1940’ta İstanbul’a dön­dü. Yaylı çalgılar orkestrası 1945’te İstanbul Şehir Orkestrası’na dönüştürüldü ve şefliği Cemal Reşit’e verildi. 1949’dan başlayarak Güney Avrupa, Balkan ve Ortadoğu ülkele­rinde, “konuk şef” olarak konserler yönetti. Yaşamını çoksesli müziğin Türkiye’de yerle­şip gelişmesine adayan Cemal Reşit, geniş kitlelerin kulağını çoksesliliğe alıştumak amacıyla, revüler ve ağabeyi Ekrem Reşit Rey’in librettoları üzerine birçok operet besteledi. 1982’de “devlet sanatçısı” unvanını aldı.

Gençlik yapıtlarında halk ezgilerinden, da­ha sonrakilerde ise Klasik Türk müziği motif ve melodilerinden yararlanan besteci, Gabriel Faure’nin izlenimci anlayışıyla geleneksel ma­kam müziğimizi kaynaştırmıştır.

Sultan Cem (opera, 1923), Zeybek (opera, 1926), Bebek Efsanesi (senfo­nik şiir, 1928), Köyde Bir Facia (opera, 1929), Birinci Senfoni (1941), Çelebi (opera, 1943), Piyano Konçertosu (1946), Çağrılış (senfonik şiir, 1950), Konsertan Parçalar (viyolonsel ve orkestra için, 1952), Fatih (senfonik şiir, 1953), Sazların Sohbeti (oda orkestrası için, 1957), Eski Bir İstanbul Türküsü Üzerine Çeşitlemeler (piyano ve orkestra için, 1961) ve İkinci SenfonVâir (iki yaylı çalgılar orkestrası için, 1963). Üç Saat (1932), Lüküs Hayat (1933), Deli Dolu (1934), Saz-Caz (1935), Maskara (1936) ve Hava-Cıva (1937) Cemal Reşit Rey’in operetleri; Adalar (1934), Ala­banda (1941) ve Aldırma (1942) ise revüle­ridir.

Ulvi Cemal Erkin

Müzikle uğraşan İstanbullu bir ailede doğdu. İlk müzik derslerini annesinden, daha sonra da yabancı bir piyanistten aldı. 1925’te Paris’e eğitime gönderildi. 1930’da geri dönüp piyano ve beste eğitmeni olarak hocalık yapmaya başlamıştır. Köçekçeler yazmıştır (oyun havası tarzında Türk müziği).

Daha çocukken piyano öğrenmeye başlayan Ulvi Cemal Er­kin Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra devlet bursuyla Fransa’ya gönderildi. Paris Konservatuvarı’nda ve Müzik Öğretmen Okulu’nda (École normale de musique) öğre­nim gördü. Erkin 1930’da Türkiye’ye döndü ve Cumhuriyet döneminde kurulmuş ilk yük­sek dereceli müzik okulu olan Ankara Musiki Muallim Mektebi’nde piyano ve armoni ders­leri vermeye başladı. 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı açılınca bu okulun öğretim kadrosuna katıldı ve 1949-51 arasında bu ku­rumun müdürlüğünü üstlendi. Daha sonra, ölümüne kadar piyano yüksek bölümünde öğ­retmenlik ve bölüm başkanlığı yaptı. 1971’de “devlet sanatçısı” unvanını aldı. Daha çok çalgı ya da çalgılar için besteler yapan Ulvi Cemal Erkin, geleneksel müzik birikimimizle modern beste tekniklerini bir­leştirmeyi amaçlamış; Klasik Türk müziği ezgilerinden olduğu gibi ritimlerinden de bü­yük ölçüde yararlanmıştır.

Piyano Konçertosu (1942), Köçekçeler (süit, 1943), Birinci Senfoni (1944-46), İkinci Senfoni (1948-51), Keloğlan (bale, 1950), Sinfonietta (yaylı çalgılar orkestrası için, 1951) ve Konsertan SenfonVdu (piyano ve orkestra için, 1966).

Hasan Ferit Alnar

Yine İstanbullu bir ailenin çocuğudur. Geleneksel müzikle uğraşan bir ailede dünyada geldi. Kanuna yeteneği olduğunu gören ailesi ona bu konuda eğitim aldırmıştır. Hasan Ferit Alnar, devlet tarafından farklı bir eğitim alması için Viyana’ya gönderilmiştir. Dünyanın ilk kanun konçertosunu yazmıştır.

Çok küçük yaşta kanun öğrenmeye başlayan Hasan Ferit Alnar 12 yaşındayken bir kanun virtüözü sayılıyordu. Darüttalim-i Musiki adlı dernek­teki çalışmalara kanunuyla katıldığı yıllarda, özel olarak armoni, kontrpuan ve füg dersleri aldı. Müzik uğruna mimarlık öğrenimini yarı­da bırakarak Viyana’ya gitti ve konservatu-varda Joseph Marx’ın sınıfında kompozisyon öğrenimi gördü. Viyana Devlet Müzik ve Görsel sanatlar Akademisi’nde ise orkestra şefliği derslerini izledi. Türkiye’ye dönünce İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda (bu­günkü İstanbul Üniversitesi Devlet Konserva-tuvan) müzik tarihi öğretmenliğine ve Şehir Tiyatroları orkestra şefliğine atandı. 1936’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şef yardımcılığına getirilen Alnar bir yandan da Ankara Devlet Konservatuvarı’nda ders ver­di. Orkestranın şefi Ernst Praetorius 1946’da ölünce Alnar onun yerini aldı. 1952-55 arasın­da Viyana’da kaldı ve çeşitli orkestraları yönetti. Yurda döndükten sonra bir süre Devlet Opera ve Balesi genel müdürlüğünde bulundu. Sonra yeniden Viyana’ya gitti. 1964’te Ankara’ ya döndü ve zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı yönetti.

Türk Beşleri içinde, Klasik Türk Müziğini en yakından tanıyan besteci olan Alnar, çoksesli yapıtlarında bu kaynaktan çok geniş ölçüde yararlandı.

Türk Süiti (büyük orkestra için, 1930), İstanbul Süiti (büyük orkestra için, 1937-38), Viyolonsel Konçertosu (1943) ve Kanun Konçertosu’dur (1951; 1958’de üzerinde bazı değişiklikler yaptı).

Ahmet Adnan Saygun

İzmirli müziksever bir ailenin çocuğudur. Müziğe yetenekli olduğunu gören ailesi 10lu yaşlarının başında müzik eğitimine başlattı. Devlet tarafından Paris’e eğitime gönderildi. Daha sonra folklör ustası Bela Bartok ile halk müziklerini derlediler. Yazdığı Yunus Emre Oratoryo’su 1947’de Paris’te de seslendirildi.

Ahmet Adnan Saygun ilk müzik derslerini aldığı İsmail Zühtü Bey’in önerisiyle piyano öğren­meye başladı. Kısa bir süre Hüseyin Saadettin Arel’den armoni dersleri aldı. Daha sonra kendi kendine kontrpuan çalıştı. Saygun 1925’te ilkokul müzik öğretmenliğine atandı; 1926’da ise bir sınavda başarı göstererek lise müzik öğretmenliğine yükseldi. 1928’de dev­let bursuyla gönderildiği Paris’te dönemin ünlü öğretmenlerinden Vincent d’Indy ve Eugène Borrel’in öğrencisi oldu. 1931’de Türkiye’ye dönünce Ankara Musiki Muallim Mektebi’nde armoni ve kontrpuan dersleri vermeye başladı. 1936’da İstanbul Belediye Konservatuvarı’na geçti. O yıl Türkiye’ye gelen Béla Bartök ile birlikte Anadolu’da bir inceleme gezisine çıktı. Saygun 1946’da An­kara Devlet Konservatuvarı’nın kompozisyon ve modal müzik bölümlerinin başkanlığına getirildi. Kendisine 1971’de “devlet sanatçısı” unvanı verildi. 1973’ten sonra derslerini İstan­bul Devlet Konservaturvarı’nda (bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı) sürdürdü. Konservatuvarların da Yük­seköğretim Kurulu’na (YÖK) bağlanması üzerine 1985’te “profesör” unvanını aldı. Türk Beşleri içinde, Türk halk müziğini en yakından tanıyan besteci olan Saygun yapıtla­rında bu kaynaktan hem ritim, hem de ezgi bakımından geniş ölçüde yararlanmıştır.

En tanınmış yapıtı Yunus Emre Oratoryosu (1946) olan Saygun’un öbür yapıtları arasında Özsoy (ya da Feridun; opera, 1934), Taş Bebek (opera, 1934), Bir Orman Masalı (süit, 1939-43), Kerem (opera, 1947-52), Birinci Piyano Konçertosu (1952-58), Birinci Senfoni (1953), İkinci Senfoni (1958), Üçüncü Senfoni (1960), Gılgamış (opera, 1962-83), Keman Konçertosu (1967), Köroğlu (opera, 1973), Dördüncü Senfoni (1976), Viyola Konçertosu (1977), Beşinci Senfoni (1984), İkinci Piyano Konçertosu (1985) ve Viyolonsel Konçertosu (1987) sayılabilir.

Necil Kazım Akses

İstanbullu müziksever bir ailenin çocuğudur. İstanbul Erkek Lisesinde eğitim almış ve viyolonsel çalmıştır. Devlet tarafından eğitim için Viyana’ya gönderilmiştir. Daha sonra piyano için minyatürler yani derinliği, perspektifi olmayan fakat bir olayı anlatan minimalist eserler bestelemiştir.

İllkokul yıllarında keman ve viyolonsel öğrenme­ye başlayan Necil Kâzım Akses, lise öğrenimi sırasında Cemal Reşit Rey’den armoni dersle­ri aldı. Devlet bursuyla Viyana Devlet Müzik ve Görsel Sanatlar Akademisi’nde viyolonsel ve kompozisyon (bestecilik) öğrenimi gördü. Daha sonra Prag Devlet Konservatuvarı’nda Joseph Suk’un da öğrencisi oldu. Ayrıca Âlois Haba’dan, çeyrek ve Vfe ton dizisi müziğinin kuramsal temellerini öğrendi. Tür­kiye’ye dönünce, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşuyla ilgili çalışmalarda Paul Hindemith ile işbirliği yaptı. Bu okul öğreni­me başlayınca da kompozisyon dersleri ver­meye başladı. Bir ara konservatuvarın mü­dürlüğünü de üstlendi. Daha sonra Güzel Sanatlar genel müdürlüğü, Bern ve Bonn kültür ataşelikleri, Ankara Devlet Opera ve Balesi genel müdürlüğü gibi görevlerde bu­lundu. 1971’de kendisine “devlet sanatçısı” unvanı verildi.16 Şubat 1999 Salı günü hayata veda etti.

Türk Beşleri’nin öteki üyeleri gibi geleneksel müzik birikimimize dayanarak bestelediği yapıtlarıyla, çoksesli müziğin Türkiye’de yer­leşmesine katkıda bulundu. Gençlik yapıtla­rında daha çok halk ezgilerinden yararlanır­ken, olgunluk döneminde özellikle Klasik Türk müziğinden yararlandı.

Çiftetelli (orkes­tra için senfonik dans, 1934), Minyatürler (piyano için, 1936), Ankara Kalesi (senfonik şiir, 1942), Birinci Senfoni (1966), Itri’nin Neva Kâr’ı Üzerine Scherzo (büyük orkestra için, 1970), Senfonik Destan (1973), Viyola Konçertosu (1977), İkinci Senfoni (1978), Üçüncü Senfoni (1979-80), Dördüncü Senfoni (1983), Atatürk Diyor ki (1988).

Herkese keyifli bir müzik yolculuğu dilerim…


ASLI DERİN DENİZ

4 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page