top of page
Yazarın fotoğrafıAslı Derin

BAZI BÜYÜK BESTECİ VE MÜZİSYENLERİN HAYATINI KONU ALAN SİNEMA FİLMLERİ

Güncelleme tarihi: 10 Eki 2022

BAZI BÜYÜK BESTECİ VE MÜZİSYENLERİN HAYATINI KONU ALAN SİNEMA FİLMLERİ

AMADEUS (1984)

Amadeus’da, dünya müzikal tarihine yön veren deha Mozart, gündelik yaşamında gerçek bir arıza karakter olarak yaşamdan bir hayli kopuk bir hayat tarzı sürdürmektedir. Yeteneğini dışa vurmak için ilginç bir yol seçen sanatçı tutarsız davranışlarda bulunmayı bir alışkanlık edinmiştir. Yaşamı ile müziği zıt kutuplarda ilerleyen Mozart, yeteneğini sergilemek için mantıksız hareketlerde bulunur. Adeta bir “tutunamayan” profili çizen Mozart, bu sağlıksız yaşamı yüzünden Antonio Salieri’yi endişelendirmektedir. Diğerine göre çok daha disiplinli ve müzik konusunda hırslı olan Antonio, müziğin tanrısı kadar başarılı olamamaktadır dolayısıyla Mozart’a karşı bir kıskançlık dürtüsü beslemektedir. Bu düşünceler zamanla farklı bir ilişki kurmalarına neden olur. Delilik ve dahilik arasındaki sınırı yok eden Amadeus Mozart ile Antonio Salieri’nin ilişkisine odaklı bir başyapıttır. Sanat ile sanatçının kişiliği arasındaki ilişkiye odaklanan ve usta müzisyenin yaşamını, Salieri üzerinden anlatan bir klasiktir.

COPYING BEETHOVEN (2007)

”İnsanlar arasında iyilikten başka hiçbir üstünlük kabul etmem. Karakterin olmadığı yerde ne büyük sanatçı ne de büyük mücadele adamı vardır. Orada var olan, zamanın yok ettiği, içleri boş yaratıklardır. Bütün mesele; büyük görünmek değil, gerçekten büyük olmaktır.”

Tüm sanat yaratıcılarının en büyük sorunudur: mevcut başarıları sürdürememek. Eğer bu yaratıcı büyük besteci Beethoven ise bu durumun çok daha sancılı geçiyor olması şaşırtıcı olmayacaktır. İşte bu büyük deha da hayatının son yıllarında ilerleyen sağırlığı nedeniyle yeni besteler üretmek konusunda sıkıntı çekmektedir. Başarı elde eden son çalışmasının üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen hala üzerinde çalıştığı besteyi bitirememekte ve bu durum zaten sıkıntılı olan durumuna daha da çok sıkıntı eklemektedir. Sağırlığının gittikçe artması ve buna bağlı olarak da kendini çok daha fazla yanlız hissetmesi içinde olduğu bunalımı daha da arttırmaktadır. Bu sıkıntılı durumda, son bestesini söz verdiği tarihte bitirebilmesi için çalışmalarını kopya edecek bir kişiye ihtiyaç duyar. O kişi ise genç ve güzel Anna Holtz olacaktır. Belki de o çok bilindik söz yine kendini anımsatacaktır: “Her başarılı insanın arkasında bir kadın vardır”… Anna, Beethoven ile yoldaşlık yapmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Ancak Beethoven hiç de kolay bir kişilik değildir. SAĞIRLIK BEETHOVEN’IN MÜZİK KARİYERİNİ NASIL ETKİLEDİ

FARINELLİ (1994)

Gerard Corbiau’nun yönettiği Farinelli, Klasik Batı Müziği’nin Barok Döneminde yaşamış ve dönemin en büyük castratosu olmuş Carlo Broschi’nin hayatını anlatıyor. Söz konusu dönem Barok Dönemi olunca hikayenin içine büyük besteci Haendel’in müziği ve yaşamı da giriyor. Farinelli, anlatmış olduğu önemli sanatçıların hayat hikayeleri dışında, Rönesans sonrasında 16. yüzyıldan başlayarak 18. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’da hakim sanat akımı haline gelecek olan Barok Dönemi de mükemmel bir şekilde yansıtıyor. Gerek görkemli sanat ve kostüm tasarımıyla gerek ayrıntılar üzerinde yapılan titiz çalışmasıyla Farinelli koca bir dönemi yeniden diriltmeyi başarıyor.

Aslında dönemin görkemli yapısına karşın, Carlo Broschi’nin (nam-ı diğer Farinelli) çok dramatik bir hayat hikayesi var. Farinelli daha çocuk yaşta yakın arkadaşlarından birinin intiharıyla sarsılıyor. Bu intiharın arkasında yatan neden ise o dönemde sıkça başvurulan insanlık dışı bir yöntem. Castrato sözcüğü de zaten buradan geliyor. Küçükken sesleri bozulmasın diye hadım edilen sopranolara verilen bir sözcük castrato. Farinelli de bir castrato olarak bütün hayatı boyunca bunun acısını içinde hissederek yaşıyor. Fakat Farinelli’nin yardımına ağabeyi Riccardo yetişiyor. İki kardeş bu durumun da etkisiyle tek bir insanmışçasına aralarında organik bir bağ kuruyor. Riccardo operalar yazıyor, müzikler besteliyor. Carlo ise bunları seslendiriyor. Gönüllerini fethettikleri kadınları Carlo ayartıyor, Riccardo ise onlarla birlikte oluyor. İkilinin bu ilginç kimyası Haendel’in hikayeye ortak oluşuyla ise bozuluyor. Dönemin ünlü maestrolarından olan Haendel’in Carlo’nunkine benzer yeteneği ikili arasında metafizik bir bağ kurarken, öte yandan ikilinin birbirine zıt düşünce yapıları sanatlarına olumsuz etkide bulunuyor.

Yönetmen Corbiau, bu üçlü arasındaki gelgitlerle dolu gerilimli ilişkiyi ekrana yansıtırken, karakterlerin hayat hikayelerinden çeşitli kesitler sunmayı da ihmal etmiyor. Barok Dönemde gücünü iyice pekiştiren Krallar ve onların desteklediği görkemli tiyatrolarda sunulan gösteriler ve bu gösteriler için hazırlanan muazzam kostümler dönemin şaşaasını dışavururken, karakterlerin yaşadıkları sorunlar ve onların özel hayatlarını etkileyen önemli mihenk taşları da hikayeye sığdırılıyor. Özellikle karakterlerin yaşadıkları içsel çelişkilerin dönemle birleşik verilmesi oldukça güzel bir ayrıntı. Görkemin ve şatafatın egemen olduğu bir çağda, en önemli süsleme motiflerinin hala dinsel hikayelerden ilham alışı, aklın ve duygunun muğlak birlikteliği, korkunun ve mutluluğun tuhaf uyumu hep bu döneme özgü ilginç karışımlar olurken, insanların sürekli değişen duygu ve düşünceleri oldukça karmaşık bir dönemin yaşanmasına sebep oluyor. Farinelli, bu dönemi sinemada anlatan en iyi yapımlardan biri kuşkusuz.

Barok Dönemin ünlü bestecilerinden Haendel’in olağanüstü müziği ve Farinelli’nin olağanüstü sesiyle Barok’un görkemli ruhunu görsel bir şölenin yanı sıra işitsel bir ziyafete de çeviren Farinelli, hikayesinde aksayan yanlara rağmen dönemin havasını çok incelikli bir şekilde beyazperdede sunuyor. Hikayesini tek bir karakterin yaşamıyla sınırlamadan, anlatımını sadece klasik müzik üzerine kurmadan koca bir dönemden beslenen Farinelli, gücünü de yine bu genele verdiği önemden alıyor. Tek tek baktığımızda eksik gördüğümüz hikayeler bu sayede önemli bir dönemi de içine alarak bütünsel bir yapıya kavuşuyor. Sanatın birçok dalından beslenen ve inişli çıkışlı bir dönemi bütün güzellikleri ve kusurlarıyla resmeden Farinelli, bütün sanatseverlere de hitap ediyor.

HILARY ET JACKIE (1998)

Film, başarılı Çellist Jacqueline du Pre’nin hayatını konu almaktadır. Çocukluklarından itibaren biraz da annelerinin zoruyla virtüöz olmaya zorlanan iki kızkardeşin öyküsünü anlatır. Jacquelin çello çalmaktadır ama kişiliği çello çalarken yaptığı hareketlerle bile kendini ele vermektedir. Özgür ruhlu, istekli ama kararsız… Hillary ise flüt çalan, kardeşinden farklı olarak normal bir hayatı seçmiş, düzenli yaşam isteyen bir yapıya sahiptir. İki kızkardeşin birlikte geçirdikleri bir gece filmin düğüm noktasını oluşturuyor. Jackie başarıları sonucunda bir konsere davet edilir. Başarılı geçen konserden sonra kardeşiyle beraber uyurlar. Film burada ikiye ayrılır:

İlk bölüm Hillary’nin gözünden anlatır olayları. Hillary sabah uyandığında Jackie’nin turneye çıktığını öğrenir ve Jackie’den uzakta kurduğu düzenli hayatı izleriz. Arada Jackie yine görünür hatta bir gün evlilik kararıyla eve geldiğini de görürüz. Bir süre sonra Hillary, Jackie’nin iki çocuklu mütevazı bir hayata başladığını gördüğünde Hillary’den kocasını ödünç ister. Hikayenin diğer yönünü, yani Jackie’nin kızkardeşinin kocasını neden istediğini aynı geceden itibaren bu sefer onun gözünden seyrederiz. Sonra iki hayat gene kesişir. “Paylaşılamayan Tutkular”da iki kadının kardeş olmalarına rağmen birbirleriyle rekabete girebilecekleri anlatılıyor. Ama hikaye bundan ibaret değil. Yönetmen Anand Tucker, filmini hikayenin Hillary’sinin yazdığı romandan uyarlamış. Yani yaşananların gerçek olması filmin etkisini büyük ölçüde artırıyor. Tucker’ın doğru anlatımı ve iyi oyunculukla film daha da güçleniyor. Hikayenin ana karakteri Hillary’dir çünkü seyirciyle doğrudan duygusal bağlantı kuran odur. Ayrıca kendisi Jackie’nin başına gelen her şeyi hissedebilme yeteneğine de sahiptir.

Özellikle Jackie’nin çellosuyla olan ilişkisine dikkat etmek gerek. Çünkü bir süre sonra Jackie’nin çellosu basit bir çello olmaktan çıkıyor.

RAY (2004)

7 yaşında görme yetisini kaybeden Soul müziğinin efsane ismi Ray Charles’ın yaşam öyküsünü anlatan “Ray” (Unchain My Heart) müzikal bir otobiyografidir. Yapımcıların 15 yıla yayılan bir süreçte geliştirdiği film, karanlıklar içindeki kişisel dünyasını pırıl pırıl ışıldayan aydınlıklara dönüştüren bir sanatçının portresini çiziyor.

İnsan hayatının küçük küçük parçaların birleşimi olduğu söylenir. Soul müziğinin efsane ismi Ray Charles’ın öyküsü bu düşüncenin ışığında tanımlanacak olursa; uzun soluklu ve bol ödüllü kariyerinin geri planındaki kişisel iniş ve çıkışların bütünü olduğu söylenebilir. Ancak herşeye rağmen Ray Charles’ın öyküsünün daha farklı şekilde okunması gerekebilir. Çünkü o, karanlıklarla dolu kişisel dünyasının tüm acılarını çok çeşitli müzik stilleriyle içinde ifade etmeyi başarmıştır. Jazz’dan Rhythm & Blues’a; Gospel’dan Country & Western’e kadar uzanan müzik stilleriyle harmanlamış, kendi yaşamındaki her olayı sıradan anılar dizisi olmaktan çıkarıp farklı vizyona sahip bir dahinin hayat yolculuğunun milyonlarca dinleyiciye esin kaynağı olmasını sağlamıştır.

Ray Charles’ın öyküsü, ırk ayrımcılığının kol gezdiği Güney’de doğan, yoksul ve çocuk yaşta görme duyusunu kaybeden bir delikanlının tüm sosyal ve sanatsal engelleri aşarak müzik tarihini değiştirmesinin öyküsüdür. Büyük Bunalım yıllarının yoksullukla dolu Florida’sından yola çıkan siyah ve kör bir gencin Birleşik Amerika’yı baştan başa geçerek Seattle’ın Jazz kokan dünyasına ulaşmayı başarmasıyla başlayan film, aynı zamanda bir insanın kendi kaderini kontrolüne almak için verdiği olağanüstü mücadelenin öyküsüdür.

BOHEMIAN RHAPSODY (2018)

Bohemian Rhapsody; Queen grubuna, müziklerine, klişelere meydan okuyan ve kuralları yıkarak dünyanın en sevilen sanatçılarından biri haline gelen ikonik solistleri Freddie Mercury’ye bir saygı duruşu niteliği taşıyor. Film, simgeleşmiş şarkıları ve devrimci sesiyle grubun meteorik yükselişine, Mercury’nin yaşam tarzının kontrolden çıkması ile çıkan iç çatışmaya ve yaşamını tehdit eden hastalığına rağmen Mercury’nin Rock müzik tarihinin en büyük performanslarından birinde gruba liderlik ettiği Live Aid konserinin arifesinde muzaffer birleşme sürecine yayılıyor. Bu süreçte de her zaman bir aile gibi olan ve günümüzde dışlanmışlara, hayalperestlere ve müzikseverlere ilham vermeye devam eden bir grubun mirasını süslüyor.

Herkese keyifli bir müzik yolculuğu dilerim…


ASLI DERİN DENİZ


32 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page